Göğün Yarıldığı Gün!
01.01.1970
18 Görüntülenme
Zülkarneyn Çiftboynuz
Yıldızlara bakmak, insanlığın kadim tutkularından biridir. Gökyüzünün o sonsuz karanlığına serpilmiş ışık noktacıkları, asırlar boyu hayalleri, şiirleri ve keşif arzularını ateşlemiştir. Bugünse bu tutku, bambaşka bir boyuta evrildi. Artık sadece seyretmiyor, sahip olmak istiyoruz. Özel şirketler uzay turizmi düzenliyor, devletler Mars'ta koloni kurmanın planlarını yapıyor, milyarderler kendi uydu takımyıldızlarını gönderiyor. İnsan, dünyaya sığmayan hırsıyla, göğün kapılarını zorluyor. Peki, tüm bu çaba, neye hizmet ediyor?
Kur'an-ı Kerim, İnfitar Suresi'nde şöyle buyurur: "Gök yarıldığı zaman, yıldızlar saçıldığı zaman..." Bu ayetler, kıyametin dehşetli manzaralarından bir kesit sunar. Bizler ise, tam da o saçılacak yıldızları toplamaya, onları kontrol etmeye, aralarında hükümran olmaya uğraşıyoruz. Bu çelişki, üzerinde derin derin düşünülmesi gereken bir ahir zaman tablosudur. İnsan, fani bedeniyle, ölümlü aklıyla, kırılgan teknolojisiyle, kıyametle paramparça olacak bir âlemi sahiplenmeye kalkışıyor. Bu, bir karıncanın okyanusu kap kapla boşaltmaya çalışmasından farksızdır.
Sümerler'den bugüne, gökyüzüne hükmetme arzusu, hep bir güç ve ebediyet simgesi olagelmiştir. Firavunlar piramitlerini yıldızlarla hizalar, krallar kaderlerini yıldızlarda arar, modern çağın sultanları ise uydularla dünyayı avuçlarının içine almaya çalışır. Oysa tüm bu çabalar, aslında ölümlülüğün getirdiği acizliğin yankısıdır. İnsan, yok olacağını bildiği için, bir iz bırakmak, bir anlam yüklemek, 'ben de vardım' diye haykırmak ister. Bu haykırış, bazen piramitlerin taşlarında, bazen de uzay istasyonlarının parlak metalik yüzeylerinde tezahür eder.
Peki, müminin bu manzaradaki yeri neresidir? O, yıldızlara bakarken ne görür? Bir mümin, teleskopla baktığında sadece soğuk gaz bulutları ve yanan plazma topçukları görmez. O, her bir yıldızda Allah'ın "Kün" (Ol!) emrinin devam eden bir tecellisini, sonsuz kudretin bir nişanesini, kendi acizliğine karşılık sonsuz büyüklüğün bir dersini görür. Yıldızlar ona, Sahibini hatırlatır. Onları birer put, birer kader belirleyici veya birer fetih nesnesi olarak değil, secde eden birer muazzam varlık olarak okur. "Gökteki yıldızlar da, ağaçlar da (O'na) secde eder." (Rahman, 55:6) ayetinin muhatabı olarak, kendi secdesini onlarla birleştirir.
Bugün insanlık, bir kıyamet provası yaşıyor adeta. İklim değişikliği, pandemiler, kaynak savaşları, derin bir kırılganlık ve sonluluk hissi... Tüm bunlar, asıl büyük sonun küçük fragmanları gibi. Bizler ise, bu fragmanlar arasında, hâlâ daha yüksek gökdelenler, daha hızlı roketler, daha akıllı yapay zekâlar peşindeyiz. Sorun, ilerlemede değil. Sorun, bu ilerlemenin nereye doğru olduğunda. Ebedi hayatı kazanmaya mı, yoksa çökmekte olan geçici bir dünyayı birkaç nesil daha idare etmeye mi?
O halde, göğün gerçekten yarılacağı, yıldızların hakikaten saçılacağı o büyük gün gelmeden önce, zihniyetimizde bir yarılma yaşamalıyız. Gaflet katmanlarını yırtıp, kalbimizi o son gerçeğe açmalıyız. Yıldızlara olan tutkumuz, bizi onların Yaratıcısı'ndan uzaklaştıran bir putperestliğe dönüşmemeli. Bilakis, her bir parıltı, bizi "Mülkün asıl sahibi kim?" sorusuna götüren bir işaret olmalı.
Uzayın derinliklerine fırlattığımız araçlar, aslında içimizdeki boşluğun bir yansımasıdır. O boşluğu, ancak sonsuzlukla doldurabiliriz. Ve sonsuzluk, yıldızların ötesindedir. O'na aittir.
Gök yarıldığı gün, bugün onun için delik açmaya çalıştığımız o gök, işte o zaman gerçek sahibinin emriyle paramparça olacak. Mesele, o parçalanmanın içinde, kendimizi nerede bulacağımız.
Zülkarneyn ÇiftBoynuz
Yorumlar (0)
Giriş Yap