Bilgelik…
Ne aklın kuru hükmüdür ne de ezberlenmiş bilgilerin yığını.
Bilge, Allah Azîmü’şşân’ın lütfuyla kalbiyle gören, ilmiyle amel eden, bilgiyi merhamet, adalet ve ölçülülükle yoğuran kişidir.
O, yalnızca bilir değil — bildiğini yaşar, suskunluğu dahi bir hikmete dönüşür.
Bilgelik, insanın kalbine üflenen ilahi bir nurdur.
Altınla tartılmaz, gümüşle ölçülmez; çünkü onun değeri dünya terazisine sığmaz.
Kadim Kitap’ta bu hakikat şöyle dile gelir:
“Ama bilgelik nerede bulunur?
Aklın yeri neresi?
İnsan onun değerini bilmez;
derinlik ‘bende değil’, deniz ‘yanımda değil’ der.
Onun bedeli saf altınla ödenmez,
değeri gümüşle ölçülmez.
Bilgeliğin yolunu Allah Azîmü’şşân bilir,
yerini bilen O’dur.”
(Job 28:12–23)
Zekâ, Allah Azîmü’şşân’ın insan ruhuna bıraktığı bir cevherdir;
fakat bu cevher, nefse hizmet ettiğinde karanlığa döner.
Bilgi, iyiliğe, adalete ve kulluğa yönelmediği sürece sahibini saptırır;
çünkü ilimsiz kalp kör, kalpsiz ilim ise zulümdür.
Kur’an’ın diliyle uyarılır insan:
“Hevesini ilah edinen kimseyi görmez misin?
Allah onu ilim üzerine saptırır.” (Câsiye, 23)
Ve diğer kitapta da yankılanır aynı mana:
“Bilgin ve bilgeliğin seni saptırdı,
‘Beni gören yok’ diye düşündün.” (İşaya 47:10)
Gerçek bilgelik, Allah Azîmü’şşân’dan sakınmak ile başlar.
Bu korku, cezadan değil — O’nun yüceliği karşısında titreyen bir huşudan doğar.
Tevrat’ın özündeki sır da bu hakikati taşır:
“İşte Rab korkusu, bilgelik budur;
kötülükten kaçınmak akıllılıktır.” (Job 28:28)“Bilgeliğin temeli Rab korkusudur.
Akıl, Kutsal Olan’ı tanımaktır.” (Proverbs 9:10)
Ve işte ayrım:
Bilge, bildiğini unuttuğunda Allah’a yaklaşır;
bilgili cahil ise unuttuğunu bilmediği için nefsinin kölesi olur.
Gerçek bilgelik;
sessizlikte parlayan,
tevazuda kök salan,
ve kalbi Allah Azîmü’şşân’a yönelmiş insanın gönlünde doğan ilahi bir fark ediştir.
Bir yanıt yazın